BAYRAK (Öykü)





BAYRAK


''Milli sınırlar içinde bulunan vatan parçaları
bir bütündür.Birbirinden ayrılamaz''
Erzurum Kongresi Kararları 1. madde
7 Ağustos 1919


1.Kısım

      Karanlığın ürküten sessizliği silik bir ''vınnn...''la yarıldı.Asker siperin içine sırtüstü düştü.Vücudu epilepsi nöbetine tutulmuş gibi iki üç kez sertçe sarsıldı.Sonra duruldu; gittikçe sakinleşen nefesi çok geçmeden kesildi.Onbaşı şaşkın; donakalmıştı.Kendini toparlaması ne kadar zaman aldı bilemem; açıkçası zamanın tüm anlamını yitirdiği cehennem fırtınası o ilk ''vınnn...'' sesiyle başlamıştı.
  Onbaşı kendine gelir gelmez siperde sürünerek askerin yanına gitti.Yüzünden vurulmuştu asker.Yüzünden geriye, kan deryasından başka bir şey kalmamıştı.
   ''Cemil...! diye bağırdı onbaşı.Şehit Cemil'in göğsüne kapandı.Titriyordu, ağlıyordu, neyapacağını bilemiyor, Cemil'in cansız göğsüne, sevgi dolu göğsüne sığınıyordu.
    Asteğmenin sert ve bir o kadar güven veren haykırışıyla sarsıldı onbaşı.
   ''Kimse mevziden çıkmasın, ateş için emrimi bekleyin!''
 Onbaşı silahını aldı.Cemil'in yanından ayrılıp mevziye döndü ancak mevziden başını çıkarmadı.Kuzeye bakan mevzilerdeki nöbetçiler de sürüne sürüne gelip katıldığında tam yirmi iki asker olmalıydılar.Asteğmen siperleri gözleriyle kontrol edip bir karar vermeye çalışıyordu.
   ''Kim vuruldu!'' diye bağırdı asteğmen.
   ''Cemil vuruldu komutanım!'' cevabını verdi onbaşı haykırarak.
   ''Öldü mü?''
   ''Öldü komutanım!''
   O ilk mermiden sonra korkunç bir salvonun ortasında kalmışlardı.Mermiler sağanak gibi yağıyor, siperlerin üzerine birbiri ardına düşüyor,her düşüşünde topraktan ve kum torbalarından derin parçalar koparıyordu.Asteğmen ilk fırsatta başını kaldırıp birkaç el ateş ediyor, yoğun ateşin nereden geldiğini anlamaya çalışıyor sonra yeniden eğiliyordu.
   ''Güneybatıdan, Yassıtepe'den ateş ediyorlar''diye bağırdı ve devam etti
   ''Beni dinleyin!Sağımdakiler oraya ateş etsin, öbürleri beklesin.Hasan tepeyi tara!''
    Ağır makinelinin başındaki Hasan:
    ''Göremiyorum komutanım. Neredeler!''
   ''Olsun, kayalığı tara!''
   Ağır makinelinin tok sesi geçeyi çınlatırken siperdeki askerlerin cesaretini artırıyordu.Asteğmenin sağ cenahındaki askerler başlarını kaldırıp tepeye, hislerine güvenerek tespit ettikleri hedefe ateş ediyor, eğiliyor, bir süre sonra yeniden başlarını kaldırıp ateş ediyorlardı.Karşılıklı namlulardan çıkan alev gizleri gecenin karanlığında çakıp çakıp sönüyor, izli mermiler dağdan sipere, siperden dağa ince şeritler şeklinde gidip geliyordu.
   Bir an hafifledi ateş.Asteğmen telsizle karakola ulaşma imkanı buldu.Karakolun silah seslerini duymaması zaten mümkün değildi.Asteğmen karakol desteğinin kısa zamanda geleceğinden emindi.Yapması gereken zamanı ve cephaneyi akıllıca kullanmak, destek gelinceye kadar daha fazla kayıp vermemeye çalışmaktan ibaretti.Ancak ateş etmek için doğrulduğunda, başta korktuğu ihtimalin gerçekleştiğini gördü.Düşman güney ve güneydoğudaki tepelerden de saldırmaya başlamıştı.Solundaki askerlere:
   ''Keltepe'ye ateş edin!...Solumdaki askerler!...Keltepe'ye ateş edin!...'' diye bağırdı.Askerler tek tek keltepeye karşı ateş ediyor, düşmanın yoğun salvosu karşısında direnmeye çalışıyordu.Sağ siperdeki askerlerden biri daha düştü.
   ''Tunç vuruldu komutanım!''diye haykırdı erlerden biri.
   ''Öldü mü?''
   ''Hayır!...ama kötü vuruldu komutanım!''
   ''Başında kal.Ayrılma yanından!''
   Asteğmen sipere sırtını yasladı.Bir an düşünceleri gidip geldi belirsiz bir yere, bir mekana.Rüzgar ılık ılık esiyordu.Tüfeğinin namlusunda ayın yansıması dans ediyordu.
   ''Dayanın yiğitlerim'' diye bağırdı ''Yardım geliyor, az kaldı!''



2.Kısım


   O cehennem fırtınası bir anda kesilmiş, silah seslerinin yerini yalnız bir cırcır böceğinin belki normal bir günde sinir bozucu fakat bugün öyle şairane, öyle duygusal, sanki salaş bir meyhanede rakıya eşlik edecek Müzeyyen Senar şarkıları gibi hayatı anımsatan güzel sesine bırakmıştı.Asteğmen mevzide tetikteydi.Nedense aklına üniversite kantini geldi.Karton çay bardaklarına sığdırılmış ömrünün belki en güzel hatırası.Keşke o gün, o sarışın kıza teklif etme cesaretini gösterebilmiş olsaydı.Sonra otomobiller; okula kendi otomobilleriyle gelen yakışıklı zengin öğrenciler.Zengin bir öğrencinin fiyakalı otomobilinde biten umut ancak karton çay bardaklarına sığdırılabilir. Ve okul kantinlerinin çöp tenekeleri buruşturulmuş karton çay bardaklarıyla doludur.
   ''Komutanım'' dedi başçavuş;''Geliyorlar, karakoldan geliyorlar... yaşasın!''
 Gerçekten de karakoldan üs bölgesine doğru üç zırhlı aracın yola çıktığı farlarından anlaşılıyordu.Siperlerden coşku dolu sesler yükseldi.Araçların gece karanlığında ağır ağır gelişi askeri derin bir sabırsızlıktan sonra ulaşacakları kurtuluşa hazırlamaktaydı.Tam dereboğazına geldiklerinde öndeki aracın yanında mayın patladı.Devasa bir ateş topu aracı refüje yuvarladı.
   ''Allah kahretsin...''diye mırıldandı başçavuş derin bir üzüntüyle''pusuya düştüler'' O anda siperlerin az ötesinde bir havan mermisi olanca şiddetiyle patladı.Dağlardan cehennem silahları belki on kat belki daha fazla, ürküten salvolarıyla ölüm kusmaya başladılar.Askerler mevzilerinden,derin moral çöküntüsü içinde cılız bir ateşle karşılık veriyor, daha doğrusu vermeye çalışıyordu.Asteğmen  'askerleri motive etmeliyim' diye düşündü ve az ötedeki sipere seslendi.
   ''Erkut, Lav'ı getir!''
   Asker lav silahıyla birlikte koşar adım geldi.Asteğmen lav silahını atışa hazırladıktan sonra derin bir nefes aldı:
   ''Ölmek var; siperi terketmek yok!''
  Yoğun kurşun yağmuruna aldırış etmeden ayağa kalktı.Lavı Yassıtepe kayalıklarına doğrultup ateşledi.Kayalıklarda beliren alev topu askeri gururlandırmıştı. Hasan'ın ağır makinelisi coştu; sanki daha bir hızlı tarıyor sanki karanlığın içinde bilinmez mevzilerde gizlenmiş düşmanın yerini bir şekilde buluyor, bir şekilde hepsini püskürtüyordu.
  Asteğmen sipere dönerken göğsünden vuruldu.Başçavuşun yanına uzun, ulu bir çınar gibi düştü.Başçavuş hemen üzerine kapandı.Göğsündeki kan fışkıran yarasını elleriyle, olanca gücüyle bastırdı ama nafile; kanı durduramıyordu.Asteğmenin bütün vücuduna yayılan titremesi bir türlü kesilmiyordu.Kanlı elleriyle başçavuşun üniformasına yapıştı.
  ''Komuta sende...'' diye fısıldayabildi yalnız.Ağzının kenarından sızan kanı sildi.Gözleri gökyüzündeki binlerce yıldızın içinden yalnız birine takıldı.Fiyakalı otomobilleriyle zengin öğrenciler...sarışın kız...o soğuk üniversite kantini...Çöpte buruşturulmuş karton çay bardakları...




3.Kısım


    Başçavuş gözyaşlarını kendinden bile gizleyerek silkindi.Mağrur edasıyla doğrulup:
    ''Asteğmen şehit oldu!'' diye bağırdı ''Komuta bende!...Kaç kişi kaldık!...Sağımdakiler; soldan say!''
    ''Bir!...İki!...Üç!...Dört!...Beş!...Altı!...''
     ''Solumdakiler!Sağdan...''sözlerini bitirmeden soldaki onbaşı cevap verdi:
    ''Biz iki kişiyiz komutanım!''
   Mevzinin önünde bir havan mermisi daha patladı.Toprak metrelerce havaya fırlayıp kenara, siperlerin içine kadar serpildi.Askerler kısa bir bocalamanın ardından yeniden ateş etmeye başladı.Hasan ağır makinelisinin namlusunu değiştirmek için Onur'dan yardım istedi.Başçavuş sipere omzunu yaslayıp G 3' ünün şarjörünü değiştirirken 'demek dokuz kişi kaldık ha...sabaha ne kadar kaldı ki' diye düşünüyordu.Askerlere kendinden emin bir tonla seslendi:
  ''Sızmalarını önleyeceğiz!...Yapacağımız bu!...'' kısa bir öksürükten sonra ''Sabaha az kaldı!...Mevziye yaklaştırmayın yeter!...Herkes bulunduğu yeri korusun!...Seyrek ateş!...''
    Başçavuş seyrek atışlarla güneybatı tepesinde tespit edebildiği hedefleri vurmaya uğraşıyor bir yandan da aklına gelen olmadık düşünceleri defetmeye çalışıyordu.
   'Şehir çarşıları cıvıl cıvıldır bu mevsimde. Lokantalar, çay bahçeleri pastahaneler...Kahvehanelerde okeye adam arayan emekliler...genç kızlar,oğlanlar yürüyüş parklarında çekirdek çitlerler uzun uzun...Sinema kuyrukları...En son sinemaya nişanlısıyla gitmişti; nişanı atmadan önce.Sanırım iki sene oldu.Sahi neden atmıştı nişanı...Karakolda geceler uzun olur,bitmez...Antalya'da geceler sıcaktır.Antalya geceleri uzak...Bu üs bölgesinden ne kadar uzak...'
Ağır makinelinin sesi sustu.
    ''Hasan düştü komutanım!'' diye haykırdı Onur.
    'Hasan da düştü ha!... Bu düşen kaçıncı Hasan, kaçıncı Mehmet?...Çanakkale'ye sığmadı,Yemen'e sığmadı, Sina çöllerine, Yanya'ya, Selanik'e sığmadı... Bu düşen kaçıncı Hasan!...Antep'e, Maraş'a, Dumlupınar'a...ah bu düşen kaçıncı Hasan!... Hakkari'ye, Şırnak'a Cudi'ye sığmadı!'
    Yoğun ateş altındabir süre daha çatıştıktan sonra yeniden sessizlik oldu.Siperlerdeki erler bir bir şehit oluyordu.Karakoldan yardıma gelen araçlar dereboğazında yanıyordu.'Kaçı şehit oldu acaba' diye düşündü başçavuş.Gözlerinde bir damla yaş daha billurlaşıp yanağından süzüldü.
     ''Sızma var!...'' diye bağırdı Turan silahını olanca gücüyle ateşlerken.Bir militan siperlerin önüne kadar sızmıştı.Turan militanı orada vurdu ancak el bombasını sipere atmasına engel olamadı.Bomba büyük bir gürültüyle patladı.Siper toza dumana boğulmuştu.Başçavuş oracıkta can verdi.Kaç asker daha düştü; bu toz duman bulutu dağılmadan kimse bilemezdi.




4.Kısım


     Onbaşı kendisine geldiğinde kulağındaki çınlama henüz geçmemişti.El bombasının patladığı yere yavaş yavaş süründü.Başçavuşun cansız bedenine baktı bir süre...Diğerlerine baktı...Kimisi kolsuz, kimisi bacaksızdı hem de hepsi cansızdı.Sağ siperde iki asker umutsuzca ateş etmeye devam ediyordu.
    En kıdemli kendisi kalmıştı, rütbesi onbaşılık...Bir tane pırpır; kıdemli erlere takılır.Kışlada ipleyen olmaz onbaşıyı; güler geçerler.Ama ne çare en kıdemli o kalmıştı.Bir güvercin tedirginliğiyle seslendi arkadaşlarına:
    ''Başçavuş şehit düştü!...Komuta bende!''
   O an hiç beklemediği bir şey oldu.İçtima öncesinde ya da mıntıka temizliğinde kendisine sulu şakalar yapmaktan çekinmeyen erlerden hiç beklemediği kesin bir cevap aldı:
     ''Emredersiniz komutanım!''
     Kendine güveni arttı; aynı zamanda üzerinde yüklü sorumluluğun ağırlığı da.Şehit komutanlardan öğrendiğini yaptı:
     ''Kaç kişi kaldık! İsim sayın!...''
    ''Turan!...Onur!...İsmail!...'' Hem sayıyor hem ateş ediyorlardı.İsmail'in şarjörü bitti.Değiştirmek için sipere eğildi.Onbaşı kısa bir süre düşündükten sonra:
    ''Şafak sökmek üzere'' dedi arkadaşlarına.''Öleceğiz ama burayı almalarına izin vermeyeceğiz.Bu kuledeki bayrak inmeyecek! Ha gayret arkadaşlar!..'' Üç er hep bir ağızdan:
     ''Emredersiniz komutanım!''
   Tan kızıllığı gökyüzündeki küçük bulut kümelerine vurmaya başlamıştı bile.Bir süre daha çatıştılar.Karşı tepelerden gelen ateş seyrelmeye başladı.Bir havan mermisi daha uzağa düştü.Tam gün ağarırken gelen bir mermi onbaşının kalbinin üst, boğazının alt tarafından girdi; sırtından çıktı.Onbaşı sipere çöküp kaldı.Ateş tamamen kesildiğinde erler komutanlarının yanına geldi.Ellerindeki bez parçalarıyla yarasına bastırıyorlardı.Onbaşı kan kusuyordu.
    Güneş tepelerin üzerinden yüzünü gösterdiğinde kuzeyden gelen helikopter siperlerin üzerinden geçip dağlara doğru ilerledi.Gürültüsü ağır ağır silinirken gönderde dalgalanan ay yıldızlı bayrağın gölgesi siperlerin üzerini bir anne sefkatiyle örttü.Siperlerdeki kan al bayrağın alına renk veren yüzbinlerce şehidin kanlarıyla birleşti.Onbaşı dalgalanan şanlı bayrağa son bir kez gururla baktı.Başı yavaşça önüne düştü.Ellerinden tüfeği almak istediler.Onbaşı tüfeğini bırakmıyordu.

Savaş ŞENGÜL
14 ocak 2019

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SPOR VE SİYASET ÜZERİNE (MAKALE)

GAZİ(Öykü)