DEMİRALAY (Öykü)
DEMİRALAY
''Cenab-ı
Kadir mukaddes gayemizi
bizi vasıl
edinceye kadar silahlarımızı
düşman
sinesinden ayırmayacağımıza
yemin ve
alayın bayrağı altında ruhumuzu
teslim
etmeye imanımızla karar verdik''
Hafız
İbrahim Demiralay
Fehmi,
sımsıkı tuttuğu kuş kafesinin sağa sola hafifçe sallanışını
engellemeye çalışarak, iki taraflı odaların merkeze doğru inen
çatıları arasında uzanan dar bir koridordan oluşan bahçeyi
geçip
sokağa
çıktı. Yavaş ve düşünceli adımlarla, sokak boyunca yokuş
aşağı inmeye başladı. Karşılaştığı bir kaç insanla,
yalnızca küçük bir baş hareketiyle selamlaştı. Sessizdi sokak.
Ülkenin yarısını düşman, öbür yarısını sessizlik işgal
etmişti.
Kırılmış
camları çuval bezleriyle yamanmış kahvehaneye vardığında vakit
öğleyi bulmuştu. Girerken, yine aynı hafifçe eğdiği başıyla
selamladı kahvehanedekileri. Kırk yaşlarında, tıknaz, göbekli
ve saçının üst kısmı yarı yarıya dökülmüş adam güçlü
bir esnemeden sonra;
-''Aleyküm
Selam Fehmi Ağabey, canavarı getirmişsin yine'' diye takıldı.
Fehmi
kafesteki saka kuşunu kısa bir süre süzdükten sonra;
-''Hava
aldırıyorum kuşa. Bu sıra pek ötmüyor.Keyfi yok gibi.'' dedi.
-''Kimin
keyfi yerinde ki Fehmi Ağabey, kuşunki olsun.''
-''O
da doğru ya'' diye mırıldandı Fehmi. Saka kafesinde çırpındı.
Ötmeye niyetlendiyse de sonradan vazgeçti.
-''Yunan
gittikçe ilerliyor. Aydın'daki zulmü Bekir anlattı geçen... Vah
ki vah...Denizli'ye doğru yürüyorlarmış.''
Öbür
masadaki sıska adam;
-''Bir
şey yapmalı...Böyle oturup bekleyecek miyiz?''
Bir
diğeri;
-''Bilemedim
ki kardeş... Bilemedim ki...''
Titreyen
ellerini umutsuzca ovuşturdu.
Kahvehane
sahibi hazırladığı nargileyi Fehmi'nin önüne koydu.Masaya da
bir bardak su koyup ellerini omzuna asılı havluya silerek ocağa
döndü. Kahvehanenin kapısı sarsılarak açıldı. İçeri giren
ince uzun, pala bıyıklı, orta yaşlı adamın heyecanı yüzünden
okunuyordu.
-''Selamün
Aleyküm'' diye seslendi bağırmaya yakın bir ses tonuyla.
-''Aleyküm
selam İzzet'' diye mırıldandı tıknaz adam. Fehmi yine hafif baş
selamıyla yetindi.
İzzet
gelip Fehmi'nin masasına oturdu.Tabakasını çıkarıp tütün
sarmaya hazırlanırken;
-''Duydunuz
mu?'' dedi ''Hafız İbrahim geldi Ankara'dan. Yanında da kırk
kadar gönüllü var. Beypazarı'ndan gelmiş yiğitler. Diyormuş ki
Hafız İbrahim 'Gönüllü yiğitleri toplayacağız. Yunan'ın
üzerine saldıracağız.' Ne dersiniz kardeşler?''
Sıska
adam;
-''
Ben varım arkadaş;ne olacaksa olsun''
Diğeri;
-''
Kadın,Çoluk çocuk nolacak...Bilemedim ki kardeş...Bilemedim
ki...''
İzzet
sardığı sigarayı yaktı.Bir nefes çektikten sonra;
-''Düşünün
arkadaş; iyice, etraflıca düşünün...Ben bir gidip Hafız
Efendiyi göreyim. Ne olacak, ne bitecek adamakıllı öğreneyim.
Sonra yine konuşuruz'' dedi ve yine geldiği gibi heyecanla,
kahvehanenin kapısını şangırdatarak çıktı.
Kahvehanedeki
uzun ve heyecanı duvarları süpüren sessizlik, kafesteki saka
kuşunun tiz çığlıklarıyla dağıldı.
-''Öttü''
diye mırıldandı Fehmi ''Bu gün ilk defa öttü.''
**
Akşam
karanlığı Davras dağının yamaçlarına usul usul çökerken
sokağı yarılamış olan Fehmi, tahta biir merdivenden atlayan
kediyle birlikte daldığı derin düşüncelerden bir an olsun
sıyrıldı. Cumbalı Rum evlerinin pencerelerinden yansıyan gaz
lambalarının titreyen ışıkları, tedirginliklerini Isparta
sokaklarına haykırıyordu sanki. Lambalar birbiri ardına söndü.
Rum evleri sessizliğe gömüldü. Duyulan bir kaç çocuk sesinden
sonra Türk evlerinde de hayat durdu. Bomboş, ıssız, karanlık
sokakların sonunda Fehmi, evinin bahçe kapısını açtı. İç
gıçıklayıcı bir ses...Ardından yine o sessiz, ürpertici
karanlık.
Elliiki
yaşına yeni basmıştı Fehmi. Anne babası o çak küçükken
ölmüş. Hiç evlenmemişti.Bu küçük kerpiç evde yalnız
yaşıyordu. Boyacılık yaparak geçimini sağlıyordu. Marangozluk
da bir parça gelirdi elinden. Fazla bir kazancı yoktu ama tek
başına yaşadığı için aç açıkta değildi. Hele bu savaş
koşullarında durumu çoğu insandan iyi bile sayılırdı.
Her
zamanki sandalyesine oturdu. Daha önceden çalı çırpıyla
doldurduğu ocağı yaktı. Alevler yüzünde kızıl yansımalar
şeklinde dans ediyor, yüzünü on yaş yaşlandırıp on yaş
gençleştiriyordu. Çalıların yanarken çıkardığı çatırtılar
sessizliği dağıtıyordu. Saka kuşu çırpındı iki defa. Kafesin
demirlerine çarpan kanatlarından küçük bir tüy koptu; dönerek
yere düştü. Sakinleşti kuş.
-''Az
kaldı'' diye seslendi Fehmi kuşa dönerek ''Yakında ikimiz de
özgür olacağız''
Çorba tenceresini ocağa koydu. Ekmek çıkınını
açtı. Soğanını çakısıyla dört parçaya ayırdı.Çorbanın
ısınmasını beklemeye koyuldu. Bu sırada bahçe kapısının
sesini duydu. Bahçe boyunca eve doğru yaklaşan karaltıya;
-''
Kim o!'' diye seslendi.
-''
Benim Fehmi ağabey benim!''
Sesinden
gelenin İzzet olduğunu anladı.
-''Gel
İzzet gel... Tam vaktinde geldin. Yemek yiyecektim ben de. Beraber
yeriz işte ne güzel''
-''
Ben yedim Ağabey sağol, şöyle bir uğrayayım dedim.''
İzzet
masanın kenarındaki boş sandalyeyi çekip oturdu. Sabırsızlığı
her halinden belli oluyordu. Fehmi'nin sormasını beklemeden;
-''Gittim
Fehmi Ağabey.Hafız İbrahim Efendi'yi göremedim ama her şeyi
öğrendim yine de. Gönüllüler arıyorlar müfreze kurmak için.
'Vakit dar...Kısa zamanda müfrezeyi kurup yola çıkacağız'
diyorlar. 'Isparta'dan toplayacağız, Burdur Milli Taburu da bize
katılacak' diyorlar. Sen ne dersin? Biz de katılsak mı?'' Pos
bıyıklarını sabırsızlıkla sıvadı.
Fehmi
kaynayan çorba tenceresini el bezinin yardımıyla ocaktan
indirdikten sonra;
-''
Öğleden beri düşünüyorum. Benim bu dünyada kimim kimsem yok.
Ne hanım, ne çoluk çocuk. Öleceksem bari bir uğurda öleyim. Ben
katılayım diyorum da sen? Hanımı, çoluk çocuğu ne
yapacaksın?''
-''Esir
olduktan sonra çoluk çocuğun başında olsam ne yazar be Fehmi
Ağabey. Herkes savaşırken ben burda... Yüzlerine nasıl
bakayım...Gideyim diyorum ben de. İstiklal olmadan yaşamak haram
oldu bize.''
-''Haklısın,
yarın sabah varıp gidelim.'Biz gönüllüyüz' diyelim. Bakalım
kader...belki ölürüz belki sağ döneriz belli mi olur. Gel şu
tarhanayı iki kaşıkla hele. Acı seversin sen''
Ocağın
ateşi sönmeye yüz tuttu.Kerpiç evin duvarlarında şavkıyan
kızıllık yerini dipsiz bir karanlığa bıraktı. Artık Fehmi ve
İzzet birbirlerinin yüzündeki tedirginliği gözleyemiyordu.Bu bir
parça rahatlatmıştı ikisini de. Karanlıkta el yordamıyla
çorbalarını kaşıklarlarken akıllarından geçenlere
kendilerinden başka hiç kimse şahit olmamıştı.
*
*
Fehmi
ve İzzet sabah erkenden meydana inmiş, adlarını gönüllü
listesine yazdırmışlardı. Kahvehaneye doğru adımlarken;
-''Üzerimden
bir yük kalktı Fehmi Ağabey'' dedi İzzet '' Rahatladım vallahi''
-''
Huzursuzluk böyledir İzzet; insanı için için kemirir.''
İzzet
kahvehanenin kapısını kuvvetlice itti. İçeride tıknaz adam,
sıska adam ve diğeri her zamanki yerlerinde oturuyorlardı.
-''Nereden
böyle ağalar!'' dedi tıknaz adam ''Siz sabah sabah uğramazdınız
buraya.''
-''Gece
uyku tutmadı. Erkenden gidip gönüllü yazdırdık kendimizi. Bir
hafta içinde cepheye gidiyoruz.''
Fehmi
ve İzzet tıknaz adamın masasına oturunca sıska adam ve diğeri
sandalyeleri alıp geldi. Sıska adam heyecanla;
-''Helal
olsun vallahi. Kime yazdırıyoruz. Ben de gideyim hemen.''
Diğeri;
-''Bilemedim
ki kardeş... Bilemedim ki...''
-''
Teğmen Ali Kemal listeyi tutuyor. Biz ona yazdırdık. Yarın
toplanacağız. Silah, cephane ayarlayacaklarmış. Bir düzene
koyacaklarmış bizi.''
Tıknaz
adam;
-''Kaç
kişi toplanmış ki?''
-''Şimdilik
yüz altmış kişi; kırk kişi de Beypazarı gönüllüleri var''
-''
İki yüz kişiyle yunan ordusuna mı saldıracağız yani,
kazanmamızın imkanı yok!''
Fehmi;
-''Kardeşim
Denizli'de zaten Kuvayi Milliye direniyor. Biz desteğe gitmezsek
nasıl durduracağız gidinin gavurunu''
Diğeri;
-''Bilemedim
ki kardeş... bilemedim ki...''
Sıska
adam;
-''Ben
gidiyorum arkadaş. İstiklal yoksa burada oturmuşuz neye yarar!''
Tıknaz
adam;
-''
Ben de geliyorum!''
Kalktılar;
tam kapıdan çıkacaklarken masada kalan diğeri;
-''Beni
de bekleyin'' deyip kalktı ''Esirlik ölümden beter!''
Fehmi
nargilesinden dolu bir nefes çekti. Pencerenin önünden çarşaflı
kadınlar bir o yana bir bu yana koşar adım geçiyor, Mimar Sinan
Camisi'nin şadırvanında bir güvercin umursamazca su içiyordu.
*
*
Hareket
günü Isparta meydanında iki yüz piyade ve yüz süvariden oluşan
müfreze omuzlarında mavzer, çapraz fişeklik hazır bekliyor,
çevrelerinde toplanan kalabalık hayranlıkla onları seyrediyor,
kimi zaman askerlerin içindeki yakınlarına kendilerini göstermek
için bağırıyor, el sallıyor, kimi zaman da bir alkış tufanı
koparıyordu.
Kalabalığın
arasından güçlükle sıyrılan Hafız İbrahim Hükümet Konağının
merdivenlerinden, önünde dizilmiş bu üç yüz kahramanı
gözleriyle süzdükten sonra;
-''
Yiğitlerim!'' diye seslendi
-''Demiralay
Müfrezesinin kahraman yiğitleri. İkindi namazından sonra yola
çıkacağız. Belki birçoğumuz geri dönmeyecek. Sevdiklerinizle
vedalaşın. Gazamız mübarek olsun!''
Fehmi
tüfeğinin kabzasına dokundu. Göğsünü gururla kabarttı. İzzet,
tıknaz adam, sıska adam ve diğeri, hepsi gönüllülerin içinde
gurur dolu bakışlarla Hafız İbrahim'i seyrediyordu. Hafız
İbrahim merdivenlerden indi. Gönüllüler yakınlarıyla vedalaşmak
için dağıldı. Kimi eşine, ana babasına sarılıyor kimisi de
çocuklarını son kez öpüyor, kokluyordu.Fehmi elindeki kafesin
kapağını açtı. Kafesten çıkardığı sakanın kalbi pır pır
atıyordu. Eğilip gagasından öptüğü kuşu gökyüzüne
salıverdi. Kuş kalabalığın üzerinden can havliyle uçup gözden
kaybolurken;
-''Artık
ikimizde özgürüz.'' diye mırıldandı.
Demiralay
Müfrezesi ikindi namazından sonra dualar eşliğinde yola çıktı.
Üç yüz asker kerpiç, virane evlerin yoksul sokaklarında bütün
ihtişamıyla ilerliyor, kalabalık askerleri son bir kez olsun
görmek için birbiriyle yarışıyordu. Askerler hiç konuşmadan,
birbirlerinin yüzüne bakmadan ilerlediler. Her sokak, her ev, her
pencere,her insan... Belki bir daha göremeyecekleri her şeyi
beyinlerine kazımaya çalışıyorlardı. Evinin sokağına
geldiklerinde dönüp bakmamaya çalıştı Fehmi ama başaramadı.Bu
bahçe kapısını bir daha açabilecek miydi; O olmasa kim açacaktı;
yıkılıp viran mı olacaktı ata yadigarı bu ev?
Az
sonra şehrin son evi de geçilip üzüm bağlarına vardılar.Halk
biraz daha takip etti onları sonra çaresiz kalakaldı
arkalarından.Arkaya dönüp bakmaya hiçbiri cesaret edemiyordu.
Yalnız Fehmi dönüp baktı.
-''Çok
geride kaldılar'' dedi İzzet'e ''Artık neredeyse görünmüyorlar''
İzzet'in
parmakları hafifçe titredi. Artık ne insanlar, ne şehir...yalnız
süvari atlarının nal sesleri. Bir selvi ağacının meltemde
dans eden yaprakları... Kişneyen bir küheylan. Fehmi elini
tüfeğinin kabzasına bir daha götürdü.Yakınlarda, bir kiraz
ağacının dalında melekleri andıran bir saka kuşu özgürce
ötüyordu.
Savaş
Şengül
28
Temmuz 2019
Yorumlar
Yorum Gönder