KARANLIĞA ŞİİRLER - 1 (Karanlıkta İzlenen)

                          KARANLIKTA İZLENEN



Aztek yerlileri ve yoksul İspanyol halkına ithafen...







Yağışlardan arta kalan gök gürültüsü ve kasvetli gecede
Nesneler anlatıyor her şeyi kendince,bütün şairaneliğini
Seriveriyor önüme bir kararıp bir aydınlanırken yüzüm
Ortasında yıldırımsı  öcalmaların, bir düş seliymiş gibi
Karanlık...
Karanlık...


Karanlık bir gecede susturdu şarkısını,yarım yamalaktı zaten
Islak çimlere yasladı gitarını, ay geçmiyordu üzerinden
Ve çekti kılıcını; yarılsa gece; inatçıydı; yansıtmazdı dolunayı bu kılıçta da
Küfretti; tütün sardı; gördü gözlerinin kömürlenmiş restini
Ölü ağaçların külleriyle uzandı sigarasına
Ölü ağaçların külleriyle yaktı sigarasını
Ve doğruldu ordu; ölü ağaçların küllerine işedi
Kadın özleme fırsatları çalındı kahve fincanlarında
Yorumlayınca bilici gördüğü o karanlık düşünü
Terli ve kocaman gerdanıyla gözlüğü
Bir gözüne oturmuştu; bakmazdı ötekiyle; kördü öteki gözü


Kara yeşil yapraklarda billurlaşan çiğ
Damlaya dönüşünce ve düşünce toprağa
Sararmış yaprakların hummalı mezarlığına
İrkildi ordu, titredi yapraklardan ve uğultulu sinek sesinden
Acımasızdı çünkü sıtmanın öldürücü dişleri...

***


Ahşap bir verandada - herhangi bir sokağı İspanya'nın
Serdi çamaşırını kadın; köpüklü sular damladı boş kaldırımlara
Birbirinin üzerine; hep aynı yere ama oymuyordu damlalar öbürünün düştüğü hep aynı yeri
Akıyordu yoksul kaldırımlarda; aklanıyordu kadının zarif yüreği
'' Öyleyse'' dedi günahkar '' değilim Latin Amerika'da''
''Öyleyse'' dedi '' Günahsızım!''
''Günahsızım!...''

Çünkü oyuyordu kara yeşil yapraklarda billurlaşan çiğ
Damlaya dönüşünce ve düşünce hep o aynı yeri
İspanyol'un kirli elleriyle dokunmadığı
ve tükürmediği
Hangi ağacın altı varsa Latin Amerika'da


***


Asker gitarını astı dallara
Yürüdü ordu
Gördü baykuş tepkisizliğini uyurken karıncalar
Dehlizlerinde ve küçük gözleriyle esneyen oklu kirpi
Sarı, sarkık dudaklarında kesik tütün şarkısı
Ve elleri uzanmıştı kirli kılıçlarına
Uyandı kılıçlar, anımsadı hepsi aynı geçmişi


Loş bir atölyede kızgın çelikleri dövüyordu ihtiyar
''Bir gemim olsa'' diyordu ''çeksem siyah bayrağımı rüzgara''
Ama ihtiyardı; uzaktan görmüştü patiskaları
Bir yunusu hayal edebilirdi yalnız
Ya da nasıl döner bir albatros bir fenerin penceresinde
Gece fenerdeydi bundan gündüz atölyedeyse
Sırf bunun için gidebilse yeni kıtaya
Öldürebilirdi kara vahşileri hiç çekinmeden
Oysa yaklaşamadı; kalyonlardan iteklendi gövdesi
Öyleyse yontardı hıncını yaptığı kılıçlarda
Öyleyse yerleştirip kalbine kapatırdı bu yarayı da
Kan sızıyordu fenerde dönüyordu albatros
Gemiler yırtmıştı yelkenleri tahta bacaklarıyla
İhtiyarın donmuş gözlerinde patiska
Aksediyordu dolunayda ve hala uyuyordu sular


Uyandı kılıç ve söyledi ıslıklı aryasını
Sularken Aztek köylerini kanlarıyla bebeklerinin
''Tanrım!'' dedi ''rüzgara verdim bak o bordasız gemini''
''Siyah bayrağı çekiyorum; boşalıyor limanların ışığı
Kara vebanın korkulu salvolarıyla gece
Ve her gece yeniden; gerçekleşiyor gördüğün rüya
Diriliyorsun, canlanıyor yaşlı ellerinde biriktirdiğin nefret
Yaratıyorum öldürdüğüm tanrıyı; tanrıların tanrısıyım ben
Eğil; diz çök ve öp keskin dişlerini yaratığının!''


***


Kurudu çamaşırı, bulutlu bir gün batımı, gün batımı izlenmiyordu
Bıçağı bıraktı kadın ''ama olmaz ki'' dedi '' o da canlı, cellat mıyım ben?''
''Yaklaştı günü,çamaşırı toplasam yağmur yağmadan
Çabuk örmeliyim, yarına yetiştirsem yeleği
Nohutu da ıslatmalı şimdiden; ve kapı çalındı, ince bir ışık sızıyordu aralarından
Çekilmiş kuru tahtalar ince ve oyulmuştu tahta kurtlarıyla her gece
''Kim o?'' dedi '' Benim'' dedim '' Açar mısın kapıyı?''
Dışarıda çekiç sesleri, atölyeler ve yangın
Süvari atlarının tırıs nal çınlamaları
Ve iğrenç gıcırtısı küflü tüccar tabelalarının


***


Yanan cesetler ve kumaşlar - hangi kızın örgüsü bu ilkel tezgahlarda-
Hangi desen - hatırlanmaz kül olunca - neden işlenmiş
Ve neyi işlemiş - bilinmez bu da - yoksa aşkı mı?
Yoksa bilir miydi soluksuz bir gece gelen o yabancılar
O pırıldayan taşları görüp de çıldıracaklardı
Ve kesilecekti kızların saç örgüleri
Ve ateş gözlerini geceye açtı Totem
'' Değil mi ki kesildi kızların saç örgüleri
Öyleyse uyumasın silahlar ırmağın rüzgarlı sarnıcında
Öyleyse uyanın; uzanın silahlara!
Öyleyse uyanın; uzanın silahlara!...''


***


Açıldı sürgünün gürültüsüyle çürümüş kapı
Hamile bakışlarında korku biraz da utanç
'' Gel'' dedi '' Gören olmadı ya seni gelirken''
Işıklıysa kırmızıydı yoksa koyu seçilmeyen renk
Savrulurken verandadan akan rüzgarla elbisesi
''Nasıl sakınayım'' dedi ''ısırgan otu çiğneyen dillerinden''
Boş gözleri geziyordu yankısız duvarlarda; siliniyordu kimsesiz bakışları da
Köşede, sehpa üstünde boydan boya çatlamış vazo
ve üstünde asılı bir ikona süslüyordu duvarı

Gıcırdayan küflü tüccar tabelaları
Dilencinin tükrüğünde serseri bir esinti
Ve çıngırak sesleri gereksiz kılıyordu ikonaları
İndik sokağa; bakmadık bile -çoktan sönmüştü yangın-
Dökük dişlerinde sürücüyü haykıran atlar
Durdurdular faytonu ve ben nazik bir İspanyoldum
Niye bakıyordu dilenci? Tükrüğü köpürmekteydi hala


Ellerim önümdeyken, avuçlarım terletirken kasketi
Su birikintilerinde taraçalar dansediyordu
Karnını okşadı kadın ''Ah'' dedi '' ah ben hizmetçiyken!...''
Tekerler ağırlaştı, sularda yağmur izleri ve bozulan büyüsü dansın
Avuçlarımda kasket, sürücünün kahkahası, ağzının kenarında altın bir köpek dişi...

14 Ağustos 1998




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SPOR VE SİYASET ÜZERİNE (MAKALE)

GAZİ(Öykü)

BAYRAK (Öykü)